Cumhuriyetle ivme kazanan Türk şiiri, 1940’lı yıllarda hem edebiyat yaşamında, hem toplum yaşamında kendini gösteren bir değişim/dönüşüm evresine girer. Bu değişim/dönüşümün bir yüzü, cumhuriyetle başlayan beklentilerin düşkırıklığına uğramasıyla bağlantılıdır. Emek dünyası toplumsal anlamda da, siyasal anlamda da hak ettiği yeri alamamıştır. Kuruluş yıllarının heyecanı emekçileri ileriye taşıyacak atılımı göstermemiş, tam tersine, onların aldıkları payı küçültüp onlara taşıttığı yükü arttırmıştır.
Edebiyat -şiir başta olmak üzere- bu değişim/dönüşüme duyarsız kalmamıştır. 1940’lara gelindiğinde ülkenin içine girdiği oluşum, büyük bir dış etkenin de ortaya çıkmasıyla yeni boyutlar kazanır. İkinci Dünya Savaşı, zaten hız kazanmış olan sanatsal duyarlığı, emek dünyasına getirdiği insanî beklentilerle biraz daha genişletir. Bu sanatsal duyarlığın odağında bulunan Nâzım Hikmet hapistedir ve şiir hem siyasal hem sanatsal kuşatma altındadır.
Siyasal kuşatma altındadır, çünkü sözünü söylemesinin önüne engeller dikilmektedir. Yasaklamalarla, kısıtlamalarla çevrilidir. Aynı zamanda sanatsal kuşatma altındadır. Çünkü 40’lı yılların başında Garip hareketi ortaya çıkmış, emek dünyasının duyarlığıyla işlev kazanan şiire sanatsal bir engel oluşturmuştur.
İşte iki yönlü kuşatma altındaki bir şiirin temsilcileri, 40’lı yıllarda bir yandan kendilerini var etme, bir yandan da geliştirme sürecindedir. Oğuz Tansel, bu noktada karşımıza çıkanlardan biri. Değişim/dönüşüm evresi, bu ozanlara, sözünü söyleme konusunda yasaklarla sınır getirdiği gibi, kendini geliştirme konusunda da zorunlu birtakım kısıtlamalarla yüz yüze bırakıyor.
Sanatsal kısıtlamaların başında, Garip şiirinden uzak durma gereği yer alıyor. Bir başka gereklik de, Nâzım Hikmet şiirinin çekim alanı dışına çıkmaktır. Bu iki kısıtlayıcı uç arasında, ülkede yaşananlar, bu yaşantının bireylere yansıyışı, bir de İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği temalar kalıyor 40 Kuşağı ozanlarına.
Kaçınmalarla eldeki olanakların kullanımı, ister istemez bu kuşağın şiirine ortak söyleyişler, ortak içerikler getiriyor. Oğuz Tansel’in şiirine baktığımızda onun sözkonusu genel görünümün dışına en çok çıkan ozanlardan biri olduğunu görüyoruz.
Çoğunlukla dörtlü dize kümelerinin getirdiği söyleyiş ve ses benzerlikleri Oğuz Tansel’de kesik söyleyişli, ama akıcı bir ses düzeninde aşılmıştır. Bu dize kümelerinin getirdiği içerik kalıplaşmasına da onun yazdıklarında sık rastlanmaz. Çünkü yaşadığı topluma, bu toplumun insanlarına kendi gözleriyle bakabilmekte, gözlemlerini özgün bir biçimde dile getirebilmektedir. “Adamlar” şiirinde, “Adamlardan güneşi içinde bulan, / Dumandan sıyrılmış dağ gibi, / “Bize uyuşukluk yaraşmaz” diye / Doğrulup gürleyiverdi” diyebilmektedir.
Siyasal tavrın ve insanî özün yansıması, bir başka benzeşme kaynağı. Ama Oğuz Tansel bu benzeşmelerden de uzak durmasını bilir. “Yol” şiirinde “Bu, yağmurun, güneşin asfaltı; / Patron görmeden dayan, Bayram, / Ateşi altın diye avuçlatırlar sonra. / Motora su koy, Soğukkuyu’dan” diyecektir.
İmge benzeşmelerine de, çizdiği görüntülerle karşı durur. “Adamla Çocuk” şiiri örnek gösterilebilir buna: “Bir sevinç parıltısı ışık tuttu yoluna / Bir adam bir kadın sırtında oğlu / Üstleri başları geceyle güzel / Yürüyorlardı boyuna”
Benzetiler içinde yer yer öne çıkan örnekler de dikkat çekicidir: “İri Selçuk çinisi gök” gibi, “İşimizin aynası çarşı” gibi. Halk ağzından alınmış sözlere getirilen özgün çağrışım: “Sağlam baş yastıkla bağdaşmaz” gibi. Kimi zaman da okuyanı sarsan bir uyarı: “Kuşların hastanesi nerde” gibi.
Savrulmayı Bekleyen Harman ve Gözünü Sevdiğim gibi Oğuz Tansel’in ilk kitaplarından yola çıkarak yaptığımız bu saptamalar, onun şiirinin bu ilk döneminde, yaşanan gerçeklikleri yansıtmayı önemseyen, yaşadığı topluma ve çağa tanıklık ederken kendisi olmayı, ortaklıkları kendi farklı bakışıyla, söyleyişiyle aşmayı benimseyen bir ozan olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz ona bu farklılığı sağlayan; halk yaratıcılığına gösterdiği sevgi ve yakınlığı, halkla birlikte duyma/düşünme düzeyine çıkartan bir kişilik taşımasıdır.
Dağı Öpmeler adlı kitabıyla karşımıza çıkan ikinci döneminde Oğuz Tansel’in bu kişiliği, artık gündelik gerçeklikler içinde değil, (özellikle Bilitis ve Kındam dizileri göz önünde tutulursa) evrensel temalar içinde geliştirdiği söylenebilir. Yurt kavramı; bu gelişmede, yalnız siyasal sınırlar içinde yansımaz; yurt topraklarının tarih boyunca kazandığı/kazandırdığı bütün birikimi kuşatır.
Yurdu tanıma ve ona sahip çıkma, bütün bu birikimi kucaklamakla eşdeğer hale gelir. Halk yaratıcılığının dile ve anlatıma kazandırdığı öğeler ise, yeri geldiğinde kullanıma sokulmanın ötesinde, doğrudan bir şiir dili ve anlatımı düzeyine yükselir.
Oğuz Tansel, şiir yolunun başında, bir değişim/dönüşüm evresi içinde çıktığı sanatsal yolculuğunu, böylece kişisel bir değişim/dönüşüm evresine dönüştürmüş olur.
Bu yazı, 7 Aralık 2007 tarihinde, ODTÜ Kültür Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Salonu’nda gerçekleştirilen, “Barışın Ozanı Oğuz Tansel” başlıklı anma toplantısında Kemal Özer tarafından sunulan konuşmanın metnidir.